
Çocukluğum yetmişlerde ve seksenlerin başında Hollanda’da geçti. Yaşıtlarıma göre oyuncak ve malzeme bolluğu açısından şanslı bir çocukluk geçirdiğimi zannediyorum. Annem, babam, dört kardeş, babaannem ve dedemle birlikte o tipik, üç katlı, sıralı Hollanda evlerinden birinde geçti çocukluğum. Barbi bebekten, üzerinde mini ameliyat yapabildiğiniz ve kullandığınız cımbız organların etrafındaki metal parçaya değerse burnu kıpkırmızı yanan adama kadar, pille çalışan filtre kahve makinasından oyuncak trenlere ve hatta minicik atarilere kadar her türlü oyuncağımız oldu. Düşünüyorum yine de bende en çok yer eden, kişiliğimde ve tercihlerimde derin etkisi olan şeyler bisikletimle gezmekti, çeşit çeşit kitaplar, masallar, çizgi romanlar ve okulun bahçesindeki gizemli ve bir o kadar malzeme dolu atölyede öğrendiğimiz el işleri.

Kaç yaşındaydım bilmiyorum, ana okulu olabilir. Anneler günü için keçeden içine kağıt mendil koymak için küçük yeşil bir mendillik (?!) yapmıştık. Üzerine başka bir keçeden bir fare kafası yerleştirip gözleri oynayan boncuklar yapıştırmıştık. Fonksiyonel açıdan süper saçma ama yaratım süreci açısından çok doyurucuydu. Annem de çok beğenmişti! 🙂 Sonra goblen işlemeyi öğrendim ilk okulda. Tahtadan uzunca bir adam figürünün başındaki 4 tele ip dolayarak ayakkabı bağcığı gibi bir örgü iplik üretmeyi, şişle, tığla örgü örmeyi, bir aletle delikli sert bir kumaşa düğümler atarak paspas gibi bir şey yapmayı ve daha bir sürü şey… Annemin dikiş nakış yapan bir kadın olmasının da etkisi büyük muhtemelen tabii. Onun yaptığı dikişlere özenip, bize diktiği kıyafetlerden arta kalan kumaşlardan barbi bebeklerim için geniş bir kreasyon yarattığımı hatırlıyorum. Tulumlar, etekler, beyaz tığ işi üçgen uçlarında mini saçakları olan bir şal! Her birini yaratırken ne kadar derinlerime daldığımı ne kadar kendimle bağlantı kurabildiğimi, hayal edip gerçekleştirmenin zevkine vardığımı hatırlıyorum.

Son 20-25 yıldır ise bunların hiçbiri ama hiçbiri yok hayatımda. Nerede bıraktım, ne zaman bıraktım bilmiyorum! Basitce zamanım mı kalmadı yoksa utandım mı? Mühendis adayına yakışmaz mıydı? Erkeklerin dünyasında beni zayıf mı gösterirdi? Bana bu kadar iyi gelen bir şeyin üzerinin kapanmasına niye izin verdim? Son yıllarda kendimle bağlantım arttıkça bu el işleri, dikiş, nakış konuları aklıma sık sık gelir oldu. Çok üstünde durmadım çünkü neye dikkatli baksam onu da yapmak istiyorum ve enerjimin sonsuz olmadığını keşfetmiş durumdayım!

Birkaç sene bu konu içimde demlendikten sonra bir karar verdim. Kendime güzel makaslar, dikiş malzemeleri seçtim ve tam bir cahil cesareti ile onlarla oynamaya başladım. Makaslarıma kılıf yaparak başladım ve işte tüm bunlar aklımdan geçti.
Kırklı yaşlarımın (tam!) ortasındayım. Acaba diyorum bu yaşıma gelirken yıllar içinde dişil tarafımdan gelen bana çok iyi gelecek daha başka hangi sezgileri, dış dünyanın ve içimdeki eril tarafımın mantığına uymadığı için bıraktım. Beni ben yapan başka neleri unuttum? Gençken belki dış dünyadan, özellikle mühendislik sektöründe geçen iş yaşantımda ifade etmeye çekindiğim şeylere şimdiki halimle yer açabilir miyim…
Sevgilerimle,
Fatma Özdemir
25.08.2019
Emirgan/İstanbul
“Bir Makas Kılıfının Düşündürdükleri…” için 6 cevap
Çok güzel bir yazı ellerine sağlık
BeğenLiked by 1 kişi
İçtenlikle yazılmış çok güzel bir yazı. İlk okul çağlarında bu tarz uğraşların öğretilmesi ne güzelmiş, imrendim doğrusu. El işi faaliyetleri eminim hayatınıza güzellikler katacaktır.
BeğenLiked by 1 kişi
Ne guzel dile getirmissin hislerini. O gunler canlaniverdi gozumde. Ne yazikki hayatin akisina kapilip cevremizdeki insanlarin beklentilerine gore hareket edip kendi ic dunyamizi , nelerden mutlu oldugumuzu unutuveriyoruz. Hayatin biryerinde bunu fark etmek ve bunu degistirmekte guzel.
Sevgiler..
BeğenLiked by 1 kişi
Leylaaa 😍😍😍 Hatırlıyorsun di mi sen de!
BeğenBeğen
Evt Fatmacigim hatirlamazmiyim😊😘
BeğenLiked by 1 kişi
Fatmacım ne kadar güzel yazmıssın ben de Barbi bebeğime çeşit çeşit elbiseler dikerken hangi ara sökülen düğmemi dikemez hale geldim bilemedim…
BeğenBeğen